8 Şubat 2010 Pazartesi

Proactiv

Geçen gün Red Sonja'yı izledim 10 sene sonra fln tekrar. Aklımda bunlar kaldı....


3 Şubat 2010 Çarşamba

Full Metal Jacket vs. Apocalypse Now = Kırklareli Vize 132. İlv. Depolama Kısım Komutanlığı


Resmen bi senedir yazmıyorum...Aradan geçen vakitte vatani görevi yerine getirmenin verdiği bir gevşeklik, bir kendini bilmezlik almış yürümüş... Hafızamda askerliğe dair herhangi bir anektod muhafaza etmemem dışında ruhsal gelişimim açısından da s.ke sürülecek kadar ilerleme katetmediğimi belirtir, yoluma devam ederim... Bu süre zarfında vatan hasreti(İzmir ne harikulade şehir baro!!!) ana-baba-yar-diyar özlemi şirazede modifikasyona sebebiyet verse de askerlik denilen mevzuyu ucuz atlattığımı da kabul etmek gerek...4 aylık sandık taşıma, silahlık başında durup nöbete gidene silah verip nöbetten gelenden silah alma babında fazla bünye zorlamayan işlere koşturdum durdum...hatta koşturmadım...son 4 ay (a.k.a. usta birliği) neredeyse hiç koşturmadım...nöbet denilen mevzuya çok entegre oldum daha ziyade...zira günde 8 saat kadar bir nöbet tutma durumum vardı...Nakliyat-ı askeriyenin olmazsa olmaz neferleri mühimmat çavuşları olarak halihazırda mevcut yükümlülüklerin dışında (bkz. Silahlık) ilaveten 8 saat nöbeti de kar tipi demeden (aralık ayı gün içi minimum sıcaklık: 11 celcius) tuttuk...Manasız şimdi düşününce...Vize denilen garip Kırklareli mevkiinde iki haftada bir internet kafelerde pinekledim, Tekirdağ köftesi yedim, yeri geldi Askeri malzeme dükkanından çift katlı eldivenle polar içlik aldım... Neyse oldu bitti geldim işte budur kısaca mevzu.... Ben geri döniym Ps2'de Bully oynamaya...(görüldüğü gibi yazar hala s.ke sürülecek akıl barındırmamakta...)

1 Nisan 2009 Çarşamba

Japonların da hepsi samuray deil ki anasını satiim...

Harman sentez aldı yürüdü... İbrahim Tatlıses Sabuha'ya remix yapar ise Japonlar da Hip-hop ilen hemdest olabilir basbaya... Bu mevzunun müzik yanı ayrı bruuklinde volta atan merdiven zencisinin samuray felsefesiyle tekvücut olması ayrı...Gelgelelim böyle bir oluşum vuku bulduğu zaman da tadından yenmiyor... Bundan 5-6 sene evvel Watanabe "Samurai Champloo"yu yapınca "vay anasını" dediydik... Mugen'den ala zenci var mı? Kanımca yok...Jin işin capon tarafını ele almış gözükse de hamuru zenci anime "Samurai Champloo". Götünü başını kestikleri adamlar capon ama esas oğlanı nigga..
Bundan kısa süre sonra daha bir epik anime mevzu bahis olduydu "Afro Samurai" deyü... Anime diyarından aforoz edilmişti hem ingilizce seslendirmesine daha fazla ehemmiyet gösterildiği hem de samurai/hip-hop sentezine el attığı için... Halbusi "Afro Samurai" mevzuya daha bi temelden daha bi altmetinsiz daldıydı... Samuel Jackson ve Ron Perlman bi yana Rza denilen zat ne şahane müzikler yaptıydı, Afro ne karizmatik insandı öyle...Ha keza atmosferi de hallice güzeldi...
Bi de sinema mevzusu var. Jim Jarmusch'un filmografisinin en garip filmi Ghost Dog: way of the samurai'dir muhtemelen. Forest Whitaker götünü başını zar zor oynatsa da biteviye çizgi film izleyen kocamış italyan mafyasını heder ederken paso birilerine Rashomon'u tavsiye etmesi ayrı bir güzellik. Gariptir sinemadaki gönderme veyahut saygı duruşu denilen mevzu... Aile arasında dayıoğlunun üç sene önce içip içip balkondan kusmasını sofrada tasrih etmek gibi bişey. Ne ise....
Takeshi Kitano denilen çirkin caponun da bittabi ki mafya babaları denilen mevzuya birsürü katkısı var. Yakuza kültürünü ihtiva eden Aniki'nin Los Angeles'a yapılan zorunlu bir yolculuğun akabinde zencilerle haşır neşir olması ve madafaka bir mafya organizasyonunu ihya etmesi hoştu iyiydi...İzletti kendini...

Nedir varılacak genel sonuç? Keremcem'le funk müziğin zoraki sentezi mide burarken, Caponla hip-hop sentezi insanın içini ısıtıyor, midesinde kelebekler oynatıyor...

Let the right one in vs. Morrissey

Şanı çok duyulmamış derinden dürten oluşumlar listesine yedek kulübesinden müdahil olan mevzubahis film, son dakikalarda oyuna girip Semih usulü topu ağlarla buluşturdu, akabinde seyirciye "hşş" diyerekten sahayı terketti...Seyirci şaşkın, seyirci üzgün....

Avrupanın kuzeyinde mevzilenmiş karlı tipili soğuk memleket İsveçten çıkan ikinci dikkat çekici vampir filmi "let the right one in". (İlki 5-6 sene önce vizyona giren "Frostbitten". Geyik slasher'la Carpenter sentezi hoş film.) Lakin öncülüyle kıyaslamak büyük yanlışlık olur. "Let the right one in", (bundan gayrı "let" diye anmalı) 12 yaşında asosyal albino kılıklı hafiften gay olup olmadığı meçhul oskar isimli bir oğlanın, yan dairelerine taşınan eli isimli tuhaf bi kızcağızla arkadaşlık kurmasının hikayesi. Esasen hikayenin iskeleti Tony Scott'ın ilk filmi "Hunger"la paralel lakin odak noktası "Hunger"dan daha dengeli, ayriyetten anlatımı da daha bi şairane...
Eli isimli vampir kızımızın "ghoul"u veya kölesi diyebileceğimiz amcayla münasebeti bi bakıma oskar'ın akıbetine dair bir ipucu olsa da bu ufak bi detay sayılır filmin ilerleyişinin yanında...Esas önemli nokta Eli ve Oskar'ın birbirleri üzerindeki tesirleri ve kaşla göz arasında birbirlerini sevmeye başlamaları... Öyle ki Oskar Eli'ya "garip kokuyorsun" diyince Eli gidip bi amcayı ömürüyor, sonraki akşam Oskar'ın yanına gelip "şimdi nasıl kokuyorum" diyor... Üzülüyor insan ister istemez...

Eli'ın kölesine veya oskara muhtaç olması gibi bi mevzu var ki aralarındaki sevginin kaynağının ne olduğuna dair şüpheye düşürüyor insanı ara sıra. Ama bazı anlarda Eli'da kader kurbanı ne yapsın ne etsin...
Davet edilmeden içeri girememe olayına bakış açısı veya bu metaforu kullanma şekli de filmin en hüzünlü sahnelerinden biri. Dünyaya karşı birbirlerini kollayan birbirlerini seven bu iki veled-i zinaya ne tam olarak kızabiliyor insan evladı ne de tam olarak sevebiliyor...Lakin insanın içini burkan arasıra sinirlendiren ağır tempolu hafiften büyüleyici gibi....

Stephanie Meyer'ın Alacakaranlık'a başlarken aklında böyle bi şey vardı belki de ama sonra saçmaladı öyle abuk sabuk bi filme vesile oldu...Lakin "Let"in kaynağı olan aynı isimli romanın içeriğiyle filme yaraşır nitelikte olduğunu okudum. Morrissey'in "Let the right one slip in" parçasına bir atıf. Hoş güzel...Bu filme başka bir referans Dario Argento'nun Suspiria'sından verilebilir. Zira Argento filmin senaryosunu ilk kaleme aldığında filmdeki okul 12 yaşında küçük kızlara eğitim veren bir okul olarak tasvir edilmişti ve bütün öğrenciler o yaşlarda oyunculardan oluşacaktı. Ama sonra yapımcı şirketin küçük kızların kurban edilmesi fikrini aşırı bulmasıyla karakterler 16-17 yaşında kızlara dönüştürüldü.. Gerçi Argento filmdeki büyük mobilyalarla ve kapılarla ilk baştaki küçük kız mevzusunu çağrıştırmayı bildi lakin çocuklarla ilgili hassas mevzular rafta kalmış oldu..."Let"in hikayesi de çocuklar üzerinde işlemek için epey hassas ve film de yeri gelince aşırı olabilen bi film. Rahatsız edici bikaç unsur yok deil...Ama noolursa olsun çok güzel bi film...İzleyin lan...Imdb'de en iyi 191. film mi ne....iyi epey yani...

Justin'in dramı veyahut davulun sesi uzaktan bazı bazı




Yaslana yaslana göt içinde bıraktınız herifi yemin ediyorum...

19 Mart 2009 Perşembe

Ginger kapar....



İki gece öncesi itibariylen Ginger snaps denilen garip kurtadam/kurtkadın filmleri üçlemesini bitirmiş oldum...seriyi kronolojik olarak götü başı ayrı yerde izledim lakin çok da mühim deil...mühim aslında biraz ama öyle çok mühim deil...

Nedir Ginger Snaps denilen mevzu...olayı genel hatlarıyla aktarmak icab ederse, iki adet aykırı göt kızımız var, aralarında taş çatlasın 9 ay var... Biri onaltı yaşında dieri de 15 yaşını bitirmek üzere...Gotik desen deil, kunil desen deil... Cincır denilen kız büyük olan...Bricıt ise küçük olan... Cincır dominant bi kişi, bricıt'a her istediğini yaptıran bi havaya sahip ama bi yandan da bricıt'ı da seviyo kolluyo gibi...okuldakiler bunlara laf atıyo sonra kavga fln ediyolar... gel zaman git zaman, cincırı kurtadam ısırıyo... ha bi de anlatmayı unuttum, bunlar bu yaşlarına kadar çok afedersiniz adet görmemişler...Niye dedim bunu zira filmde bi metafor, genç kız vücudundaki değişimlere bir gönderme mevzu bahis kurtadam olgusundan...ha şöyle ki ayda bir kurtadam olma mevzusu eşittir aylık adet döngüsü...sonra efendim asabileşme tiineyc olma uyuşturucu kullanma eşittir hayvansı içgüdü fln fistan...aman efendim göbee piırsing yaptırma eşittir kurtadamın gümüşe allerjisi var onu takmak...hoş yani aslında göndermeler... özellikle ilk film tamamen bu paralelliği esas almış nerdeyse...ikinci ve üçüncü film biraz daha geleneksel öykü tadında...

Ha ola ki genç kız olsaydım olayın sinir bozucu tarafını daha bi içten hissedebilirdim belki....ablanın kuyruğu çıkıyor bi metamorfoz mudur nedir böyle kılları fln çıkıyor tıraş bıçağıyla onları alıyor vs. vs. ve öyle hızlı bi film de deil ilk film epey yavaş ilerlemekte ve gençlerin sıra sıra öldüğü bi film deil kafanız karışmasın...ilginç film yani..bi de başroldeki insanlar ziyadesiyle çirkin, bunda da bi kasıt var sanırım...hani güzel bir insan evladı asosyal olursa çok inandırıcı olmaz o sebepledir ki bunlar epey çirkin...hele bricıt...abowww....

ikinci film ilk filmin akabinde bricıt'in beele kimsesiz kızlarla beraber kaldığı bi yurtta geçmekte, bricıt'ın peşinde kimliği belirsiz bi kurtadam var çiftleşmek istiyor...bu filmin de belini bağladığı nokta ilk seks deneyimi...ona dair de korkular endişeler ayriyetten zaruri ve kaçınılmaz olarak görünmesinin getirdiği tedirginlikten beslenmekte film...bu da hoş film ama ilk filmden biraz daha sıradan bir film...filmin finaliyse dağlara taşlara...tüm bunlardan elini ayağını çekip çocukluğuna sığınmak orda hapis kalmak...sinir bozucu hakkaten finali...güzel epey...

Üçüncü film bir prequel....efenim bu iki kardeşin bilmem kaç yüzyıl önce amerikan iç savaşı sırasında bi kaleye sığınması ve güneyliler midir kuzeyliler midir işte o askerlerin savunduğu kaleye kurtadamların saldırmasıyla sürüyor gidiyor...bu, serinin en sıradan filmi amma yine de bu da güzel film...ilk bu filmi sonra ikinci filmi en sonunda da ilk filmi izlediğimden olsa gerek bi nebze kafam karıştı anlamamış olabilirim bazı yerleri...

güzel güzel...